Keşfedilmemiş Benlik, Carl Gustav Jung

İnsan psikolojisini daha da önemlisi kendi karanlık yönünü ve gölgesini dolayısı ile kendini bilmeyen insanın toplum, ülke ve dünya meseleleri hakkında konuşmasının ya da eylemde bulunmasının ne denli anlamsız olduğunu belirten Jung, insanın yaşamında bilincin etkisi kadar hatta ondan daha fazla bilinçdışının etkili olduğunu ifade etmektedir. Bu bilinçdışının kökeninde de Tanrının varlığına işaret etmektedir. O nedenle dünyayı, insanı ve olayları anlamaya çalışırken kaderin işleyişinin de hesaba katılması gerektiğine vurgu yapmıştır. Bu bilinçdışı kavramını da “Zeitgeist” yani “Zamanın Ruhu” olarak açıklamıştır. Dolayısı ile bugünü, geçmiş ya da geleceğin yargıları ve deneyimleri ile açıklamanın mümkün olmadığı gerçeği ile bir kez daha karşı karşıyayız. Zaten her insan kendi zamanının çocuğu değil midir? Jung bu bilinçdışı faktörler sayesinde insanın geleceği sezebileceğine işaret etmiştir.

“İçimizdeki insan” mitini kaybetmek üzere olduğumuzu ve bireyin, gücünü dünyayı ateşe vermek için kullanmaya kışkırtan dürtüye direnecek kapasitesi olup olmadığını sorgulayan Jung, teraziyi dengeleyen o küçük, ekstra ağırlığın insanın kendisi olduğunu belirtmiştir.

“Eğer avucunuza bir(i) silah koyuyorsa amacı şu veya bu şekilde şiddet yaratmaktır.” diyerek nükleer enerji ve silahlar konusunda bir coğrafyacı olarak benden daha ileri gittiğini görmek ilginç geldi bana. Zira nükleer enerji konusu derslerimde özellikle siyasi coğrafya derslerimde iyi coğrafyacıları (kedimce elbette, doğru olduğunu iddia etmiyorum) tespit etmemde bir turnusol kâğıdı lakin nükleer fizik konusunda çalışan bilim insanlarını suçlu olanlar arasına dâhil etmemiştim hiçbir zaman.

Günümüz insanın antik çağ insanlarından daha fazla kötülük yapma kapasitesine sahip olmadığını lakin kötülüğe eğilimini harekete geçirmek için çok daha güçlü araçlara sahip olduğunu ifade eden Jung, bilinç ne kadar genişlese ve farklılaşsa da insanın ahlaki yapısının o denli geri kaldığını belirtmiştir. Tüm bölünmelerin ve tüm düşmanlıkların ruhun içindeki karşıtların bölünmelerinden kaynaklandığını, dünya çapındaki ruhsal ve politik bölünmeleri ortadan kaldıracak hidrojen bombası kadar etkili bir köprüye ihtiyaç olduğunu belirten Jung, dünyadaki temel sorunun “ikiliğine çare bulamayan bireyin kendisi” olduğunu ifade etmiştir. “Birey tek başına değişmedikçe hiçbir şey değişmez” sözü de bunun izdüşümü olsa gerek.

Jung’a göre insanın kendi gölgesinin üzerinden atlaması mümkün olmasa da gölgesini tanıması ve kusursuz olmadığını kabul etmesi bize gereken alçakgönüllülüğü sağlayacaktır ve insani bir ilişkinin kurulabilmesi için tam da bu bilinçli kabullenmeye ve saygıya ihtiyacımız olduğunu düşünmektedir. Özetle “sevginin bittiği yerde güç savaşları, şiddet ve terör başlar…”

Kendimizi tanıdıkça ruhumuzu keşfedeceğimizi ve orada uyumakta olan içgüdülerimiz ile karşılaşacağımızı belirten Jung, bu güçlerle bağlantılı imgelerin ve düşüncelerin bizi olumlu ve yapıcı bir alana mı yoksa felakete mi yöneltileceği tamamen bilinçli aklın hazırlıklı olmasına ve yaklaşımına bağlı olduğunu ifade etmiştir. Jung çağdaş insanın ruhsal hazırlığının ne kadar nazik ve sallantılı, her arzulanan şey hakkında vaaz vermenin ne kadar faydasız, bireyin karanlığın ve tehlikenin içinde doğru yolu tekrar tekrar bulmasını sağlayan o faydalı güçleri ve düşünceleri insanın içinde aramak zorunda olduğunu anlayan tek insanın psikolog olduğunu belirtmiştir. İnsan psikolojisinin önemine vurgu için yapılmış bir cümle lakin çok sayıda filozof, düşünür ve sanatçının benzer çıkarımlarını görmek mümkün elbette.

“Beni harekete geçiren şey ne aşırı iyimserlik ne de yüce idealler aşkıdır, ben sadece bir birey olarak insanın kaderi ile ilgileniyorum. Bütün dünyayı sırtında taşıyan ve, eğer Hristiyanlığın mesajını doğru anlarsak, Tanrı’nın amacını da içinde taşıyan o zerre kadar küçük birimin kaderi için endişe ediyorum.” sözü hangi inanan insan için geçerli değil ki. Bir zerre’yiz ve zerre’lerin derdindeyiz yoksa toplum, ülke ve dünya, meselelerinde kimi zaman etki ve yetkimiz olsa da (olanımız olsa da) her zaman bir zerre olduğunu unutmamalı insan aslında.  Dolayısı ile küresel güçlerin, güçlü ise eğer, insanın fizyolojik ve ruhsal yapısı hakkında fazlası ile bilgi sahibi olduğu için güçlü olduğunu bilmek gerekir. İnsanlar, toplumlar ve devletler ile çocuk gibi oynuyor olsalar da, o küresel güçler ile de çocuk gibi oynayan bir kaderin olduğunu aklımızdan çıkarmamız gerekiyor ki birey olarak kendi irademiz dışında gelişen ve katlanmak zorunda olduğumuz olaylara karşı direnme gücümüzün kaynağının özünü bilelim, unutmayalım ve direnelim.

Zararsız ve naif olmanın fark edilmeyen kötülüğün ötekine yansıtılmasına yol açtığını ve gelecek tehlikenin boyutunu arttırdığını ve kötülük ile baş edebilme kapasitemizi yok ettiğini belirten Jung, dünyamızda “bilincin kimsesizliğinin” baş nedeninin içgüdünün kaybedilmesi ve bunun nedeninin ise insan aklının çok uzun bir zamandır gelişmekte olması olarak görmektedir. Ona göre bilinçli aklın sübjektifliğine karşın bilinçdışı objektiftir. Kendisini çelişkili hisler, fanteziler, duygular, ani dürtüler ve rüyalar şeklinde gösterir ve bunların hiçbirini insanın kendisi yapmaz, ona nesnel olarak gelir. İnancın temelinin de bilinç olmadığını, bireyin inancının Tanrı ile dolaysız yolla ilişkilendiren, spontane dinsel deneyim olduğunu belirten Jung, Tanrı bilgisinin fizikötesi ve aşkın bir konu olduğunu ifade etmektedir. İnanç ile bilgi arasındaki kopukluğu, günümüz zihinsel kargaşanın çok belirgin bir özelliği olan bölünmüş bilincin belirtisi olarak görmektedir. Sanki iki ayrı insan aynı konu üzerinde, ikisi de kendi bakış açısından iki ayrı düşünceyi ileri sürmektedir. Ya da aynı insan yaşadığı şeyi iki farklı kafa yapısı ile resmetmektedir. İnsan yerine modern toplumu koyarsak ikincisinin de zihinsel bir ayrışma yani nevrotik bir sarsıntı geçirdiğini kolayca görebiliriz.

Yaşamın tek direkt ve somut taşıyıcısının bireysel kişilik olduğunu lakin bireyin önemsizliğinin öyle kuvvetle aşılandığını, insanın kendi sesini duyurabilme ümidini tümden kaybetmek üzere olduğunu ifade eden Jung, bu örgütlü kitleye karşı direnebilmenin tek yolunun da insanın bireyliğini o örgütlü organizasyon kadar iyi organize etmesi ile mümkün olacağını belirtmektedir. Jung’a göre birey kendi iç görüsü ve kararları ile hareket edebildiği yargılama yeteneğine ulaşmalı ve kendi ayakları üzerinde durmalıdır. Toplumun kendisi bireyselleşmemiş insanlar tarafından oluşturulduğu sürece bireyler tamamen acımasız bireycilerin merhametine kalacaktır. Toplumu gönüllü olarak boyun eğmeye hazır hale getiren de bu gruplaşma ve bireyin kişiliğinin yok olmasıdır. Her şey bireyin kalitesine bağlıdır lakin çağımızın uzağı görememe alışkanlığı sadece büyük sayıları ve kitle örgütlerini hesaba katmasına yol açmaktadır. “Sanki iyi, disiplinli bir kalabalığın bir tek deli adamın elinde neler yapabileceğini tüm dünya yeterince görmemiş gibi…” sözü de kitlelerin yanlış düşünceler etrafında dünyayı cehenneme döndürdüğünün kaç kez ispat edildiğini bize hatırlatmaktadır.  

Baştan sona sayfa sayfa öyle çok çizdiğim satır var ki bu kitapta lakin iyi bir yayınevi çevirisi ile okumanız önemle tavsiye edilir, bir kitap fuarından aldığım elimdeki versiyonda çok sayıda hata olduğundan kitabı yeniden okuma gereği hissediyorum…

Altı çizili satılardan….

“Gerçeğin bilgisine ulaşmak bilimin en baştaki amacıdır ve ışığı ararken muazzam bir tehlikeye takılıp, tökezliyorsak, önceden tasarlanmış bir düşüncenin değil daha ziyade kaderin etkisi olduğunu hissederiz.”

 “Bir insanın elinden tanrılarını alırsanız, karşılığında ona yeni tanrılar vermek zorunda kalırsınız, kitle devletlerinin liderleri tanrılaştırmayı önleyemezler ve bunun zor gücüyle yapılmadığı yerlerde, onun yerine saplantılı ve şeytansı bir enerji ile dolu başka faktörler ortaya çıkar, örneğin para, iş, politika vs.”

“Dünyadaki tüm gelişmeleri teşvik eden, icat eden ve taşıyan, tüm yargıların ve kararların yaratıcısı ve geleceğin planlayıcısı olan insanoğlunun kendini bu kadar önemsiz bir niteliğe indirgemesi akıl almaz bir şeydir.”

“İnsan kendisi için muammadır. Kendisini yargılamak için hiçbir kriteri yoktur. Bu gezegende, başka hiçbir şeyle kıyaslayamayacağı eşsiz bir fenomendir.”

“Yeryüzünde insan eli ile biçimlendirilen tüm tarihsel değişimlerden sorumlu olan ruhumuz, hala çözümü olmayan bir bulmaca, anlaşılması mümkün olmayan bir mucize ve tabiatın tüm gizemlerinde olduğu gibi şaşırtıcı bir karmaşa nesnesi olarak karşımızdadır.”

“Her şeyi istatistiklere indirgeyen “bilimsel” ve “mantıkçı” dünya görüşü… Materyalist amaçları ile Batı dünyası da Doğu blokunun devlet dini ile aynı değerleri paylaşmaktadır…”

“ …. inanca kayıtsız şartsız boğun eğilmesini istemek kişinin Tanrı karşısındaki özgürlüğünü kısıtlar, diğer tarafta ise Devlet karşısındaki özgürlüğü sınırlandırılarak, bireyin mezarı kazılmış olur…”

“din insana özgü içgüdüsel bir tutumdur…”

“… birleşme ve bağlılık duygusunun yokluğu karşısında onun yerini tutan “komünal  tecrübe” ümidi ve inancı yaratır… insanın içindeki öze dokunmayan komünal ideal, önünde sonunda kendi hak ve isteklerini dayatacak olan bireyi göz ardı ederek kendi kendine gelin güvey olur…”

“Kaç tane sıfır eklerseniz ekleyin bir birim elde edemeyeceğimiz gibi, bir toplumun değeri de onu oluşturan bireylerin ruhsal ve ahlaki büyüklüğüne bağlıdır.”

“Kalabalık ne kadar büyük olursa bireyin önemi o kadar azalır…”

“Sadece dışarıya bakan ve askeri kıtaların karşısında korkudan sinen bir insanın, duygularının ve aklının tanıklığı ile savaşma olanağı yoktur. İş’te günümüzde olan tam da budur, hepimiz istatiksel gerçekler ve kocaman sayılarla büyülenmiş ve korkuyla kasılmış durumdayız…”

“Bireyi temellerinden sarsan ve onurunu yok eden bilimsel akılcılıktır (rasyonalizm). Sosyal bir birim olan insan bireyliğini kaybetmiş, istatistik bürolarında soyut bir rakam haline gelmiştir. Yeri herhangi biri ile değiştirilebilecek, hiçbir önemi olmayan bir birim olmaktan başka bir rol oynayamaz, mantıkla ve dışarıdan bakıldığında insan tam da budur iş’te…”

Bir yanıt yazın