
Kendimi bulduğum daha doğrusu kendimi yakaladığım cümleler ile daldım yine üst’ad ile yeraltıma. Yer’in üstünde mücadele verdiğimizi sanıyorduk oysa kendi içimizde ne derin yeraltı dünyaları inşa etmişiz, çoğumuz çok geç fark ettik. Hiç fark etmeyen şanslı çoğunluktan olamadık ya da çoğunlukla kalamadık. Dostoyevski gibi illa bir organımıza (karaciğer) bağlamaya gerek var mı nedenini bilmem. Sonuçta hepimiz hasta, kötü ve suratsız insanlar değil miyiz? Nitekim dünyaya dalan da öyle dünyadan kaçan da. Kiminde joker suratlar kiminde poker, kimi sanırsın ki armatör de batmış gemileri kara denizlerde, kimi dertlerden dert beğenir kendine, gider en küçüğüne yükler bütün büyük anlamları da büyüklerini görmezden gelir. Günlerini, aylarını, yıllarını heba eder ve zamanı ziyandan saymaz. Malı, mülkü, itibarı kahır nedeni sayar. Velhasıl bin’bir çeşit bu yer’altı dünyası, ne mafyası biter ne kavgası. Akıl mafyası galip gelir çoğu iç’ savaşta, zavallı gönül de üst’lenir tüm mağlubiyetleri. Bi’ mahcup kalır ki hiç sorma sanki en büyük günahı o işlemiş de kovulmuş cennetten (öyle de olmuş olabilir tabi). Belki de yeğdir kovulmak insanların cennet sandığı bu dünya düşünden, düşüncesinden. Sevilse, değer/ilgi görse böyle söyler mi! Hiiiiç zannetmem. Böyledir yer’altı insanı, isteğini elde edemezse küsmez lakin küstürür dünyayı kendine. Öyle ustalaşmıştır ki farkında bile değildir yaptıklarının, çoğu çocukluktan ezbere. Eğitim sistemi işte, hem ezberci hem kolaycı anne karnından beri. Kitap anlatmaya gelmemiş miydik? Ne diye daldık yine oyuna. Ve şimdi alıntılar ile (p)aklayalım biraz kendimizi…
* Zeki insanlar asla bir baltaya sap olamaz, olanlar yalnızca aptallardır. Evet, efendim, on dokuzuncu yüzyıl adamı en başta karaktersiz olmalı, böyle olmaya manen mecburdur, karakter sahibi çalışkan bir insansa oldukça dar kafalıdır.
* Her şeyi fazlası ile anlamak bir hastalıktır, gerçek tam manası ile bir hastalık.
* İyiyi “güzel ve yüksek şeyleri” ne kadar çok anladıysam, o kadar derinlerine battım, sıkıştım kaldım içlerinde. Bundaki önemli nokta, bu halimin tesadüfi değil de adeta kaçınılmaz bir nitelik taşımasıydı. Sanki bu hal bir hastalık, bir düzensizlik değil, benim doğal halimde sonunda buna karşı koyma isteğim bile kalmamıştı.
* Alçağın biri alçak olduğunu gerçekten hissediyorsa, alçaklığından avunma payı çıkarma hakkı vardır.
* Bana en çok dokunan, suçlu olsam da olmasam da her zaman bir çeşit tabiat kanununa uyar gibi, herkesten önce kendimi suçlu görmemdi.
* Onların vazgeçişleri içtendir. Duvarın onlar için yatıştırıcı, huzur verici hatta bir dereceye kadar mistik bir anlamı vardır.
* İçi, dışı bir insanı, tabiat ananın şefkatle, özene bezene yarattığı gerçek, normal insan olarak görürüm. Ahmak olmasına ahmaktır. Fakat normal adamın ahmak olması gerekmediği ne malum.
*Bir yandan kurduklarından utanır, bir yandan da kafasını kurcalaya kurcalaya “olabilirdi” bahanesi ile olmuşları alabildiğince şişir, eklemeler yapar ve hiçbir şeyi affetmez.
* Acı çeken kimse inlemekten zevk alır, almasa inlemesi pekâlâ dururdu.
* Anlayışlı bir adam kendisine saygı duyabilir mi hiç?
* Zerre kadar suçum olmadığı durumlarda bile kendimi suçlu çıkardım. Kendimi kandırmak içindi. Kalbimde kötülük nüvesi vardı. Kendimi hırpalamamın, işkence etmemin sebenini soracak olursanız size, boş durmaktan canım sıkıldığı için çeşit çeşit marifetler denedim.
* Kafamda uydurduğum hayatı yaşıyordum.
* Kendi kendimi gücendirdiğim çok oldu, aslında hiç sebep olmadığını bildiğim halde kendimi öyle dolduruyordum ki sonunda gerçekten güceniyordum.
* Sebep hep can sıkıntısı baylar, hep can sıkıntısı, atalet beni eziyordu. Zaten şuurun meşru mahsulü atalet, yani gönüllü avareliktir.
* Medeniyetimiz neyi yumuşatmış? Medeniyetin insanda duygu çeşitliliğini arttırmaktan başka işe yaradığı yok. Duyguların çeşitlenmesi ile insan işi kan dökmekten zevk almaya kadar vardırabiliyor.
* İnsana lüzumlu olan tek şey, onu nereye sürükleyeceği belli olmayan hür iradedir. Bu iradeyi de kim bilir hangi şeytan…
* Hah-ha-ha! Ama hür irade diye bir şey yok ki… Ben de isteklerimizin ipinin kim bilir hangi şeytanın elinde bulunduğunu, hem de bunun daha iyi olduğunu söyleyecektim ki, sonra bilimi hatırladım ve sustum.
* İnsanın baş kusuru daimi erdemsizliğidir.
* Hayatın ne olduğunu bilen bir insansanız sadece kendi kendinize danışın, yeter.
* Yağmur yağarken saray yerine bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için belki kümese girerim. Fakat kümes beni yağmurdan korudu diye, şükran borcumu ödemek için kümese saray gözüyle bakamam.
* Uzlaşmayla avunmayacağım. Arzularımı yok edin, bütün ideallerimi silin, bana daha iyi şeyler gösterin, seve seve peşinizden koşarım.
* Ciddi ciddi konuştuğum halde bana önem vermek istemiyorsanız, yalvaracak değilim. Nasılsa yeraltım var. Bilinçli tembellik hepsinden iyi. Onun için yaşasın yeraltı! Orada hiç olmazsa insan.
*Anlayışınızla övünüyorsunuz ama bir yandan da tereddütlerle dolusunuz, çünkü kafanız işlediği halde kalbiniz ahlaksızlıkla kararmış, hâlbuki temiz kalpli olmayan kimsenin idraki tam değildir.
* İnsan kendi kendine karşı tamamıyla samimi olabilir mi?
* Rusya’da saf, aklı yıldızlarda gezen hayalci tipler yoktur.
* Bizim romantiğin özelliği, her şeyi anlamak, her şeyi görmek, hatta çoğu zaman en olumlu zekâların üstüne çıkarak onlardan daha açık görebilmek, hiç kimseye hiçbir suretle boyun eğmemek, ayrıca hiçbir şeyi hor görmemek, ilgisiz kalmamaktır.
* Okumak bana uygun tek dış etkiydi. Kitaplar bana heyecan, zevk, ıstırap veriyordu. Okumaktan başka yapacak işim, gidecek yerim yoktu, çünkü çevremde saygıya layık, beni kendine çekecek bir meşguliyet bulamıyordum.
* O zaman bile ruhumda yeraltı vardı.
* Hile ile his kolay bağdaşır derler. Sevginin bulunmadığı yerde akıl da arama.
*İnsan önce kendisi yaşamayı öğrenmeli, ondan sonra başkalarını kınamaya kalkışmalıdır!
– Peki, senin kurtuluşun ne zaman?