İnsan çok düşünen, çok düş kuran bir varlık olmakla birlikte bu düş ve düşüncelerini ütopyalara dönüştüren kişi sayısı çok az. Onlardan ilki olan Thomas More’un kariyeri ve yaşam hikâyesi ise oldukça ilginç. İş Bankası yayınları tarafından yayınlanan bu kitapta More’un ütopyası dışında Mine Urgan’ın More’un yaşamı, davası, kitabın bölümleri ve günümüze yansımaları ile ilgili eklenen kısmı da kitabı anlamak için önemli bir kaynak. Bu bölüm daha önce “Edebiyatta Ütopya Kavramı ve Thomas More” adıyla Adam Yayınları tarafından yayınlanmış ve ilgili yayınevinin izni ile bu basıma da alınmış. Erasmus’un More’un arkadaşı olması ve “Deliliğe Övgü” kitabını onun zoru ile yedi günde tamamlamış olması da ilginç ve güzel bir bilgi olarak gönlümde yerini aldı. Zira güzel dostlukların büyük ve önemli işlerin habercisi olduğu gerçeği bu örnekle bir kez daha karşımıza çıkmaktadır.
Katolik inancına bağlılığı (aslında kişisel yaşam değerlerine demek daha doğru olacaktır sanırım) onu ölümüne götürecek sürecin önemli bir yapı taşı. Lakin özgürlük düşü ve düşüncesini bir ütopya olarak kaleme alması onun yaşamı ve eseri açısından çelişkili bir durum gibi görünse ve okunsa da belki de daha büyük bir birlikteliğin ve bilgeliğin eseridir bu çelişki. Kim bilir, kim bilebilir. Sanırım bu konu daha fazla derine kazılması ve tartışılması gereken bir mevzu. Beni aşar. Katolik inancına bağlı olmasına rağmen aynı zamanda bir Rönesans adamı olan More, yalnız gelecekte ve öteki dünyada değil, bu dünyada ve hemen mutlu olmayı savunmuştur. Ruhun yücelmesi için bedenin illa eziyet ve acı çekmesi gerekmediğini, tam tersine beden ne denli sağlıklı olursa, ruhun da o denli sağlıklı olacağı bilincini taşıyordu. Kaldı ki başlangıçta bir rahip olmak istediği zamanlarda bedenine bir takım işkenceler yaptığı mektuplarından anlaşılıyor. Neden sonra rahip olmaktan vazgeçip babası gibi hukuk alanında kariyer yapıyor ve ismi neredeyse kanun ile birlikte anlıyor. O varsa dava kalmaz, o varsa dava doğru sonuçlanır düşüncesi halkın zihinlerine kazınıyor. Halkın çok fazla itibar, kralın da çok yakın ilgi, alaka gösterdiği More’un sonunu da bu başarısı getiriyor. Bu bağlamdan bakınca hayatının son günlerindeki eziyetlere katlanabilmesi belki de daha genç yaşta kendini bu konuda eğitmesine bağlı. Vatan hainliği ile suçlanıp ölümle cezalandırılsa da ardında bıraktığı mektuplar sayesinde onun yaşamı ve düşünceleri hakkında çok fazla bilgi elde edinilmiş. Yoksa şakacı, mutlu bir yargıç ve filozofu bu denli ayrıntılı tanımak, mektupları olmasaydı muhtemelen mümkün olmayacaktı. Evliliği, çocuklarına olan ilgisi ve kızlarının eğitiminin kralın bile dikkatini çekmesi, sadece devlet işlerinde değil aile işlerinde de çok başarılı olduğunun bir göstergesi. Çocuklarının cahil ve tembel olmaması işin her şeyi gözden çıkarabileceğini belirten More, kadın ve erkek arasında hiçbir ayrım gözetmez. “Eğer bir kadın hem bilgili, hem erdemliyse böyle bir kadını Troyalı Güzel Helena’dan daha değerli” sayan More “hasat zamanı gelince tohumu eken el, ha bir erkek olmuş ha bir kadın eli… İnsanı hayvandan ayıran akıl erkekte de var, kadında da…” sözü ile kadınları erkekler ile bir tuttuğunu cümlelere de dökmüştür. Erasmus’un, Thomas More hakkında şu sorusu “doğa ondan daha tatlı, daha ölçülü ve daha mutlu bir deha yaratmış mıdır?” ona olan hayranlığının bir göstergesidir. Sadece su içen, müziğe düşkün, teşrifata aldırmayan, sohbetine doyum olmayan, açık saçık konuşmadan ve dedikoduya düşmeden eğlenceli olmasını bilen, akıllılarla akıllı, akılsızlarla şakalaşan, 25 yaşında parlamentoya giren, sözü silahlardan güçlü olan ve yine Erasmus’un ifadesi ile “dost olmak için yaratılan” bir isimmiş Thomas More. Shakespeare’nin Sekizinci Henry oyununda More’un baş düşmanı Cromwell’e söylettiği “krala hizmet eden ama kraldan önce Tanrıya hizmet eden bir insan olarak ölüyorum” sözü onun kişiliği, karakteri, yaşamı ve yazdıkları arasında çelişki zannedilen çoğu meseleyi açıklar niteliktedir. Kendini din uğruna feda ettiği düşüncesi yaygın olsa da Türkleri bir simge olarak kullandığı Son Dört Şey adlı kitabında aslında korumaya çalıştığı şeyin vicdan özgürlüğü olduğu ifade edilmektedir. More’a göre “İnsan ölümü bile göze alarak, her çeşit zorbalığa karşı vicdanın özgürlüğünü korumak zorundadır…”
Thomas More’un yaşamı, davası ve ölümü ile ilgili çoğu ayrıntı ayrı birer ders aslında. O nedenle bu bölümlerin de iyi okunmasını özellikle tavsiye ettikten sonra Thomas More’un ütopyasından önemli gördüğüm ki çok önemli mesele var, birkaç alıntı ile bu yazıya son vermek istiyorum. Daha güzel bir dünya hayal edenlerin muhakkak okuması gereken bir kitap Utopia. Daha sonra benzerleri denense de More’u aşabilen bir örnek olmadığı da kitapta belirtilen ifadelerden biri. Özellikle Bacon ve More’un eğitim anlayışının karşılaştırılmasını sağlayan Bacon’un Yeni Atlantis’i, Bacon’un hayal gücü olan ve sonrasında gerçekleşen bilimsel buluşlar açısından önemli olsa da eğitime bakış açısından aralarında uçurum vardır. “More için eğitim tüm yurttaşların kişiliğini zenginleştiren, mutluluğunu arttıran ve hep birlikte başarıyla yürütülen toplumsal bir uğraştır. Oysa ki Bacon için eğitim belirli bir bilim dallarında belirli sayıda yetenekli uzman yetiştirip, halktan tamamen kopuk olan bilimsel ilerlemeyi sağlamaktan başka bir şey değildir. Yeni Atlantis’i yazarken Bacon’un aklı fikri kralın ilgisini çekerek, devletin desteği ile bir bilim merkezi ya da yüksekokul kurulmasını sağlamaktır.” Rüşvet ile ilgili bir meseleden dolayı bu hayali suya düşünce kitabın ikinci kısmını da yazmamış ve kitabı yarım bırakmış, dolayısı ile Yeni Atlantis yeni bir ütopya olmayı başaramamış.
Ütopyalar güzeldir diyerek biz her iki girişime de teşekkür edelim. Zira bugünün dünyası biraz da onların düş ve düşünce güçlerinin, emeklerinin eseri. Onların düş ve düşüncelerinin yansımalarını günümüz dünyasında görmek çok mümkün.
Alıntılar…
Kolay kolay bulunmayan şey, doğrulukla ve akıllıca düzenlenmiş bir toplumdur.
Daha mutlu mu dediniz? Duygularıma ve tabiatıma aykırı bir durumda nasıl mutlu olabilirim?
Halkın yoksulluğa düşmesinin baş nedeni aristokratların çokluğudur.
Korkarım İngiltere’nin daha çok çekeceği var bu yürekler acısı yolsuzluklar yüzünden.
“Summum jus summa injuria” Aşırı doğruluk aşırı haksızlık getirir.
Bir dava ne kadar haksız olursa olsun, onu haklı gösterecek bir yargıç bulunur.
Altın ve gümüş Utopia’da değersizdir. Az bulunmalarından ötürü değerli sayılmaları insanoğlunun çılgınlığına verilmeli. Tabiat, o eşsiz ana, altını ve gümüşü yararsız, boş nesneler olarak çok derinlere gömmüş; oysa havayı, suyu, toprağı, iyi ve gerçekten yararlı olan her şeyi gözler önüne sermiştir.
Erdem yaradılışa uygun yaşamaktır.
Yaradılışın ittiği yana giden insan, sevgilerinde ve nefretlerinde aklın sesini duyan insandır. Akılsa önce varlığı ve sağlığı borçlu olduğumuz yüce Tanrı’yı sevmeye yöneltir bizi. Sonra da gamsız kasvetsiz yaşamayı öğretir ve kardeşlerimiz olan başka insanlarla sevincimizi paylaşma isteğini verir bize.
Başkalarının rahatını kaçırıp kendi rahatının arttırmak tabiata karşı gitmektir. Bu haksızlığın ta kendisidir.
Çoğu zaman güzellik sevgiyi uyandırır ama bu sevginin kalması, sürekli olması için erdem ve uysallık gerekir.
Utopiaların çocuklarının geleceği üstüne hiçbir kaygıları yoktur. En yiğit yürekleri bile yıldıran bu kaygıdır.
Devletleri dağıtan kötü ahlaktır, kötü ahlakı yaratan da kötü ilkeler ve düşüncelerdir.
Para savaşın can damarıdır.
Kendini beğenmiş adam, mutluluğunu kendi rahatlığı üzerine değil başkalarının acıları üstüne kurar.
Kendini beğenmek öyle bir cehennem yılanıdır ki, insanın yüreğine sinsice süzülüp girer, onu zehirleyip gözünü kör eder, daha güzel bir hayata giden yoldan saptırır.
Utopia’da cimrilik barınmaz.
Dünyada kaygısız, rahat yürekle, sevinçle yaşamaktan daha büyük zenginlik olabilir mi?
Olduğu gibi görünmemek ve yalan Utopia’da büyük nefretle karşılanır.
Kimse dininden ötürü kötülenemez.
Ruh ölümsüzdür. İyiliğimizi isteyen Tanrı onu mutlu olmak için yaratmıştır. Ölümden sonra iyilik de kötülük de karşılığını gereğince görür.